GURME NOTLARIOdaTV Yazıları

Ünlü Sanatçılar Ne Yer Ne İçerlerdi?

Yaşamları bilgi, estetik ve zarafetle yoğrularak zenginleşen sanat insanların ruhlarının incelmesi gibi yemek zevklerinin de incelmesi ve zenginleşmesi birbirinden pek de ayrıksı konular değil gibi duruyor.

ALEXANDRE DUMAS

Siz onu “Üç Silahşörler”, “Monte Kristo Kontu”, “Kraliçe Margot” isimli eserleriyle tanıdınız ama Alexandre Dumas ölümünden birkaç hafta önce 1870 yılında bitirdiği “Le Grand Dictionnaire de Cuisine” (Büyük Mutfak Sözlüğü) isimli eseriyle Fransız mutfak kültürüne önemli katkısı olan, yeme içmeye son derece meraklı gurmelerden biridir.

Ölmeden önce bu eseri tamamlamaya çalışması da gastronomiye olan ilgisinin en büyük ispatı aslında.

Hayatı boyunca roman, inceleme ve tiyatro oyunu olmak üzere 300’den fazla esere imza atmış olan Dumas “Benim için yeni bir yemek keşfetmek, uzayda yeni bir yıldız keşfetmek kadar heyecan verici.” demiştir.

ALEXANDRE DUMAS fotoğrafı

Yaptığı onca seyahat ve gördüğü sofralar sonrasında “Yemeğin sonunda, karnınız doymuş olsa bile masaya ağzınızı sulandıracak bir yemek gelirse, yepyeni bir tahrik edici duyguyla irkilirsiniz. Masayı terk etmezsiniz.” sözleriyle kendi gurmelik mizacını da ortaya koyan, şişmanlığına, koca cüssesine aldırmayan, iştahla yiyip içmeye devam eden, damak tadına ve keyifli ortamlara tutkun bir şikemperverdi.

PABLO PICASSO

“Gördüğümü değil düşündüğümü resmediyorum.” diyen ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso, gerçek bir Katalan’dı. Keçi peynirli domuz sosisleri, zeytinyağlı sarımsak ezmesi vazgeçilmezlerindendi. Mutfağının baş köşesinde zeytinyağı mutlaka vardı. Sıcak kahvesinin yanında mutlaka ısıtılmış konyak arardı.

PABLO PICASSO fotoğrafı

Paris’e taşındıktan sonra ülkesinin keçi peynirleri yerine Normandiya’nın “Brie” ve “Camembert” peynirlerini tercih etmeye başladı.

Ucuz lokantalarda yemek yemeyi severdi ve dostlarıyla sohbet ederken masadaki beyaz kağıt servislere desenler çizerdi. 

Evinde yaptığı davetlerde, kalabalık dost sofralarının ana yemeği genellikle “Paella” olurdu.

1945’te savaş bittikten sonra güney Fransa’ya yerleşen Picasso, ağırlıklı olarak Akdeniz’den gelen deniz ürünleriyle beslenmeye başladı. Kabuklu deniz ürünlerini, deniz kestanelerini afiyetle yerdi. Balığı elleriyle yerdi ve kılçıklarına kadar sıyırırdı. Akdeniz sardalyası favorisiydi. Özellikle ızgarasını severdi. Bu sardalyalara en iyi eşlikçiler Picasso’ya göre Katalan usulü biraz limon ve bir karaf beyaz şaraptı.

25 Ekim 1957’de yaş günündeki ziyafet menüsü şu şekilde not edilmiş; Tavuklu soğuk pelte, portakallı alabalık, kremalı tavuk, tereyağında bezelye, elma çeşitleri, yöresel peynirler ve Picasso’nun tablolarından esinlenerek yapılmış dev bir pasta…

Picasso’nun yemek kültürünün sanatına yansımaları da oldu elbette. Mesela 1908’de yaptığı “Ekmekli Natürmort” isimli yağlıboya tablosundaki fırından yeni çıkmış ekmekler İspanya topraklarının kızıllığını yansıtmaktadır.

Ünlü ressamın ömrünün son zamanları hep dostlarıyla masalarda ziyafetlerle geçmiştir.

AGATHA CHRISTIE

Polisiye romanların kraliçesi de büyük bir lezzet tutkunuydu. Hatta ona obur diyenler bile vardı. “Büyücü” isimli romanını filme çeken yönetmen Hubert Gregg, Agatha Christie ile yediği bir yemeğin ardından “Londra’da Savoy Oteli’ndeydik. Şimdiye kadar bu denli iştahla, böylesine keyifle yemek yiyen bir kadın görmemiştim.” diyerek ünlü yazarın dikkat çeken iştahına dem vurmuştu.

Öyle ki, Agatha Christie ilk yazı ve öykülerini dergilere göndermeye başladığında reddedilip geri gönderilen yazılarının yarattığı moral bozukluğunu kremalar, pudingler ve pastalar yiyerek düzeltiyordu. Christie’nin mutlu olması için yemek yemesi yeterliydi.

AGATHA CHRISTIE fotoğrafı

1922’de ilk kocası Archibald’la gemiyle dünya turuna katıldığında annesine bir mektup yazdı. Bu mektupta; “Brendiden şampanya kadar her içkiyi, tuzlu bisküviden kornişon turşusuna kadar her tadı denedim.” diyerek aslında yeni lezzetleri keşfetmeye ne kadar hevesli olduğunu gösteriyordu. Gemi Hawaii’ye vardığında kocası sörf yaparken o meşhur iştahıyla egzotik meyvelerin tadına bakmakla meşguldü.

Yaşlılık yıllarında çoğunlukla İngiltere’de yaşadı. 1970 yılında sekseninci yaş gününü şöyle tarif etmişti: “Dün akşam, çayırların üzerinde mükemmel bir piknik, beş köpeğim ve harika bir yemek… Vinegret soslu avokado, kremalı ıstakoz, karadutlu dondurma! Üstelik kreması bol… Oh nasıl bir lezzet! Benim için koca bir kavanoz taze krema yeter. Diğerlerine de şampanya…”

Yine 1961’de bir dostuna gönderdiği ufak davet notunda “Bu akşam 20:30’da gelir misiniz? Bol havyar yiyeceğiz, bir de koyu kahve olacak. Havyara doyacağımız için canımız başka bir şey istemeyecektir. Elbette her zaman olduğu gibi jambon da var.” diye yazmıştı.

Christie romanlarını evinin terasında, ılık güneşin altında, tereyağlı ekmek dilimleri ve bir fincan çay eşliğinde yazıyordu.

Hayatında bu kadar önemli olan “yemek” romanlarına da yansımıştı. Yarattığı iki önemli karakter olan Hercule Poirot ve Mrs. Marple’ın maceralarında dekorda daima yemek masaları vardı. Belçikalı dedektif Poirot kahvaltısını mutlaka sıcak bir tas çikolataya kruvasanı bandırarak yemeyi tercih ederdi.

Her İngiliz gibi Agatha Christie için de çay içmek ve çay saatleri önemliydi. Ama aşırı iştahı yüzünden onun için esas önemli olan çayın yanında servis edilen tatlı/tuzlu bisküviler, sandviçler, minik kanepeler ve en önemlisi badem kokulu muffinlerdi. Bu badem kokulu muffinleri başka hiçbir lezzete değişmezdi.

Bademli muffinleri romanlarına da taşıdığını “Cinayetler Oteli” isimli romanındaki karakter Albay Luscombe’nin söylediği şu replikten anlıyoruz: “Hakiki muffin’in bulunabildiği tek yer Londra. Geçen yıl Amerika’daydım. Menüde, kahvaltıda muffin olduğu yazılıydı. Sonunda önüme gelen sadece üzümlü kek oldu!”

Evet…

Bu hafta tarihte öne çıkan iki ünlü yazar ve bir ünlü ressamın gustatif (tatsal) hayatlarından ve bunların eserlerine yansımasından kesitler sunmaya çalıştım.

Görüldüğü üzere yaşamları bilgi, estetik ve zarafetle yoğrularak zenginleşen sanat insanların ruhlarının incelmesi gibi yemek zevklerinin de incelmesi ve zenginleşmesi birbirinden pek de ayrıksı konular değil gibi duruyor.

O zaman yeri gelmişken şunu soralım; 

Acaba bu, tüm “Gerçek Sanatçı” diyebileceğimiz kişiler için geçerli mi? 

**Yazının devamını Oda.tv den okuyabilirsiniz.

salih seçkin sevinç in eserlerine ulaşmak için

Salih Seckin Sevinc

Harbiyiyorum.com kurucusu ve yazarı. 2009'dan beri yeme-içme üzerine keşifler yapıyor. Araştırıyor, yiyor, içiyor, videolar/fotoğraflar çekiyor, düşünüyor ve yazıyor. 2021 - "Ruhani" (Roman) 2018- "Ölüm Yolcusu Abdülüver'in Tuhaf Seyahatleri" (Roman) 2016 - "Harbi Yiyorum - Türkiye'de Harbiden Nerede Ne Yenir?" (Yemek Kitabı) 2015 - "Her Şeyin Başı Blog" (İş Kitabı) 2014 - "Social Media for Real" (İngilizce İş Kitabı) 2012 - "Pazarlama İletişiminde Sosyal Medya" (İş Kitabı) kitaplarının yazarı. 2018'den bu yana ODA TV "Lezzet Peşinde" köşe yazarı, Eylül 2019'da KRT'de "Harbi Yiyorum" programını hazırlayıp sundu. Şu anda "Nerede Ne Yenir?" cümlesinin altını doldurmaya ve lezzet keşiflerini/öğrendiklerini size aktarmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir